"Saatleri saptamayı ilk bulan insana Tanrı bildiğini yapsın! Benim
bu dileğim, güneş saatini yapıp buraya koyarak günlerimi dilimyeyip
bölen için de geçerli. Ben çocukken karnım güneş saatiydi;
şimdikinden daha kesin ve daha güvenli. Acıkınca bilirdim ki yemek
saatiydi. Ama şimdi tok olsam bile, eğer saat derse ki yemek vakti
geldi, kimse hayır demiyor eğer Güneş izin vermezse. Kentin çoğu aç
açına sokaklarda, hadi yemek saati geldi diye Güneş’in o çomaktan
düşen gölgesi izin vermezse." [Plautus (M.Ö. ? -184)]
İNSANOĞLU BAŞLANGIÇTAN bu yana zaman denilen
anlaşılması zor kavramla uğraşmış, yıldızlara ve güneşe bakarak
zamanı anlamaya ve hesaplamaya çalışmıştır. İlk başta insanlar için
sadece yağmurun, karın, soğuğun, sıcağın zamanını bilmek yetiyor,
mevsimler insanların hayatlarını yönetip, hasat zamanını, göç
zamanını, barınma zamanını söylüyorlardı. Gittikçe daha küçük zaman
birimlerine ihtiyaç duyan insan, yılı aylara ve haftalara bölmeye
başlamışlardır. Zamanın geçişinin en belirgin göstergesi olan gün,
güneş doğunca başlıyor ve çalışma süresi aydınlık zamanı kaplıyordu.
İnsanların geceyi gündüze benzer kılma çabaları, günü daha küçük
zaman birimlerine ayırmayı gerektiriyordu. Dakika ve saniyeler daha
çağdaş dönemlerin ürünü olmakla birlikte, insanlar günü birkaç
bölüme ayırmaya çalışmışlar ve gittikçe daha küçük zaman dilimlerine
ihtiyaç duymuşlardır. Daha küçük zaman birimlerinin tarihi takvimle
paralellik gösterir. Yılı ilk olarak birimlere bölen Sümerler, günü
de ilk bölenler olmuşlar ve zamanı ölçmeye başlamışlardır.
Mısırlılarla devam eden bu çabalar Yunanlılar ve Romalılarla iyice
gelişmiştir.
Güneş Saatleri
Zamanı
ölçmek için ilk çabalar güneş saatiyle başlamıştır. Bu ilk saatler,
yüzyıllar boyunca zamanın ölçülmesi için kullanılan en yaygın araç
olmuşlardır. Güneş saatleri, özel olarak hazırlanmış bir milin
gölgesinin, Güneş’in görünen hareketine uygun olarak yine özel
olarak hazırlanmış mermer, taş veya madeni bir zemin (kadran)
üzerindeki hareketine göre zamanın ölçülmesine yarayan araçlardır.
Saat, güneşin oluşturduğu gölgeyi ölçer. Bu yüzden güneş saatleri
ancak bol güneşli ülkelerde ve gündüzleri kullanılabiliyordu.
Saat sisteminin gelişmesi tamamıyla dinî sebepler
yüzündendi. Mısır dilinde saat anlamına gelen "wnwt" aynı zamanda
rahiplerin yaptığı dini görev anlamına da geliyordu. Gündüz
saatleri, Güneş Tanrısı Ra’nın ilerleyişine göre ölçülüyordu ve
rahipler güneşin yolunu izlemek için değişik şekillerde yapılmış
güneş saatleri kullanıyorlardı.
M.Ö. 3500’lerde yapılmaya başlayan ve ilk zaman
ölçme aracı sayılabilecek obeliskler, aynı zamanda tarla
parselasyonunda da kullanılıyorlardı. Uzun, yukarı doğru incelen
dörtgen yapının üst sivrisi kare biçimindeki düzlemin ortasında
değil kenara kaymış olarak yapılıyordu. Hareket eden gölge, günü
ikiye bölerek zamanı gösteriyordu. Yılın değişik zamanlarında gölge
uzunlukları işaretlenip en uzun ve en kısa olanı bulunuyor ve
böylece yılın en kısa ve en uzun günü de belirlenebiliyordu.
Güneş saatlerinin bir başka çeşidi de T
şeklindeki saatlerdir. T biçiminde birbirine bağlanmış iki çubuktan
oluşan bu saatlerde kısa çubuğun gölgesi uzun sapın üzerindeki
numaralara düşüyordu. Sabahları doğuya doğru, öğleden sonraları ise
batıya doğru tutulan saatte, 1’den 10’a kadar sayılar
kullanılıyordu. Taşınabilen ilk zaman aracı olan bu saat, M.Ö.
1500’lerde kullanılmaya başlanmıştır. Bu alet, günü 10 parçaya ve
sabah ile akşam olmak üzere iki ‘alacakaranlık saatler’ine
bölüyordu. T biçimindeki güneş saatlerinde, günün ilk ve son
saatlerinde gölgenin sonsuza kadar uzaması ve kadran üzerinde
izlenememesi sorun yaratıyordu.
Güneş saati tasarımındaki en büyük gelişme,
gündüz saatlerini eşit dilimlere ayırabilmeyi sağlayan yarım küre
biçimidir. M.Ö. 300 yıllarında Keldani astronom Berossus’un bulduğu
bu tip saatlerde yarımküre içbükey olarak yerleştiriliyordu.
Herhangi bir günde gölgenin yarımküre üzerinde izlediği yol,
Güneş’in gökyüzünde izlediği yörüngenin kopyası oluyordu. 12 eşit
bölüme ayrılmış yarımküre üzerinde yörüngeler çizilip, her mevsimle
ilişkili saat başları birer eğri ile birleştiriliyordu.
Sümerlerle başlayıp Mısırlılar ve Babillilerle
devam eden güneş saatleri Yunanlılarla daha da geliştirilmiştir.
Romalılar ilk güneş saatlerini M.Ö. 1. yüzyılda yapmışlardır. Mimar
Vitruvius’un belirttiğine göre, Roma’da çok yaygın olarak kullanılan
saatlerin 13 değişik türü bulunuyordu.
O dönemin usta matematikçileri olan Araplar daha
yaratıcıydılar. Saatçiliğe çok önem veren Araplar güneş saatlerinin
birçok ilkesini geliştirmişlerdir. Arapların ünlü düşünürlerinden
Abu’l Hasan, eşit saatlerle hesaplama sistemini bularak, 13.
yüzyılın başlarında horoloji tarihinin en önemli adımlarından birini
atmıştır.
İlk çağlarda çabuk gelişme gösteren güneş
saatleri ortaçağ boyunca 5-16. yüzyıllar arasında pek
ilerlememişlerdir. Ancak, 1500-1800 yılları arasında astronomiye
paralel olarak hem çeşit hem de kullanışlılık açısından
gelişmişlerdir.
En ayrıntılı ve hassas güneş saatleri İslâm güneş
saatleridir. İslâmiyet’te namaz vakitlerini bilme isteği güneş
saatlerini buna göre ayarlama zorunluluğu getirmiştir. Öğle namazı
bir cismin gölgesinin en kısa olmasıyla başlar, gölge o cismin iki
misli olduğunda, ikindi namazı başlamış olur. Bu iş için caminin
avlusuna bir sopa dikilir. Cismin gölgesinin mevsimlere göre tespit
edilmesi ve namaz vakitlerinin buna göre işaretlenmesiyle gelişmiş
bir yatay güneş saati elde edilir. Bilinen en eski İslâm güneş saati
868-901 yılları arasında Mısır’da hüküm süren Tolunoğlu Ahmed’in
Fustat’ta yaptırdığı camide bulunmaktadır.
Güneş saatlerinde zamanın uzunluğu bir mevsimden
ötekine değişiyordu. Mısırlılar günü 24 parçaya bölmüş olsalar da bu
şimdikinden farklıydı. Güneşin doğumundan batımına kadar geçen
zamanı ona bölüyorlardı, ancak bu birimler yazları daha uzun
oluyordu. Geçen yıllarla ve her mevsim kayan gün doğumlarıyla gündüz
ve gece saatleri tamamen değişiyordu. Daha sonraları gündüz ve gece
süreleri 12 saat uzunlukta hesaplanmış olsa da, bu yine mevsimden
mevsime değişmekteydi. Güneş saati karmaşık bir sistemdi ve çok
esnekti. Daha basit sistemlere ve akşam saatlerini izlemeye duyulan
ihtiyaç, değişik arayışlar getirdi ve insanlar zamanı ölçebilmek
için gökyüzüyle ilişkisi olmayan başka araçlara yöneldiler.
Su Saatleri
Güneş
saatleri kadar eskiye dayanan ancak, tam zamanı bilinmese de ilk
tipleri Mısır’da bulunan su saatleri, dibinde delik olan bir kovanın
boşalması ve dolmasıyla zamanı gösterir. Bu saatler, zamana yeni bir
bakış şeklini olanaklı kılmıştır. Güneş saatleri belirli bir zamanı
gösterirken, su saatleri ne kadar zaman geçtiğini de gösteriyordu.
Bu yüzden su saatinin icadı zaman ölçümünün gerçek başlangıcı
sayılabilir.
Su saatlerine su hırsızı anlamına gelen
"klepsydra" deniyordu. Bu saatleri, ilk olarak Mısırlılar icat etmiş
olsalar da, Yunanlılar geliştirmişlerdir. Su saatleri yüzyıllar
boyunca mekanik saatlerin bulunmasına kadar kullanılmıştır.
Tek
çanaktan oluşan su saatlerinde, içi su dolu ve altında bir delik
olan çanağın içinden dışarı su boşaldıkça içindeki işaretler zamanın
geçişini gösterir. Bu tip saatler daha çok duruşmalarda avukatların
konuşma sürelerini belirlemede kullanılmıştır. Birkaç çanaktan
oluşan türlerde ise, su bir çanaktan diğerine doluyordu.
Su saatlerinin başka bir çeşidi de dibinde delik
olan metal bir kaptan oluşuyor. İçi su dolu böyle bir kap daha geniş
bir kabın içine konduğunda yavaş yavaş doluyor ve dibe batıyor.
Mısır’dan başka, İngiltere ve Seylan’da da bulunmuş olan bu tip su
saatleri, günümüzde hâlâ Kuzey Afrika’da bazı yörelerde
kullanılmaktadır. Su saatleri popülerleştikçe daha çok özenilerek
yapılmaya başlanmış ve karmaşık mekanizmalar üretilmiştir.
M.Ö. 250’de Arşimet, yaptığı su saatine dişliler
ekleyerek gezegenleri ve ayın yörüngesini de göstermiştir. Daha
gelişmiş su saatleri M.Ö. 100 ve M.S. 500 yılları arasında Yunan ve
Romalı horolog ve astronomlar tarafından yapılmıştır. Bu saatlerde
damlama deliğinin aşınmasını ya da tıkanmasını önlemek için delik
değerli taşlardan yapılabiliyordu. Su basıncı düzenlenerek akış
sabit kılınıyordu. Bazı su saatleri zil çalan, çakıl taşı fırlatan
mekanizmalarla donatılmıştı. Hatta bazılarında kapılar açılıp insan
figürleri çıkıyor ve bunlar saati haber vermek üzere zil
çalıyorlardı.
M.S. 200 ve 1300 arasında Uzak Doğu’da mekanik
göksel su saati yapımı gelişmişti. 3. yüzyıl Çin klepsydraları
astronomiyle ilgili konuları gösteren değişik mekanizmaları
içeriyordu. En karmaşık saat kulelerinden birisi Çin’de Su Sung’un
M.S. 1088’de yaptırdığı dev saat kulesidir. Yedi-sekiz metrelik
kulede gündüz ve gece her saat başında iki parlak bronz top yine
bronzdan yapılmış iki şahinin ağzından bir bronz kabın içine
düşüyordu. Kabın dibindeki delik, bronz topun yeniden yerine
dönmesini sağlıyordu. Şahinlerin üstünde de günün her saati için bir
dizi kapı ve daha yukarıda da yanmamış durumda birer lamba
duruyordu. Her saat başında bronz toplar düştükçe bir çan çalıyor ve
biten saatin kapısı kapanıyordu. Toplar gece saatlerini belirtmek
üzere düştüğünde ise o saatin lambası yanıyordu.
Yunanlı astronom Andronikos’un M.S. 1.yy’da
yaptığı Rüzgâr Kulesi, klasik antik çağdan sağlam kalan ender
binalardandır. Sekizgen biçimindeki yapıda, mekanik klepsydranın
yanında güneş saati, yel değirmeni ve bazı bilimsel araştırmaların
yapılmasına yarayacak düzenlemeler ve bir su tankı bulunuyordu.
Su saatleri de sadeliklerine rağmen
sorunluydular. Soğuk bölgelerde suyun akışkanlığının azalması,
deliğin tıkanması, suyun sabit akmaması gibi sorunlar vardı. Bütün
bunlara rağmen su saatleri yüzyıllarca kullanılmıştır.
Kum Saatleri
Kum saatleri zamanın geleneksel sembolüdür.
Saatin ilk tasarımı olan yumurta biçiminde cam kaptan akan kum
yüzyıllar boyunca sabit kalmıştır. Saatlerde kumun yanında, zaman
zaman pudra haline getirilmiş yumurta kabuğu, civa ya da ince toz
siyah mermer de kullanılmıştır. Kum saati, Avrupa’da ilk kez 8.
yüzyılda bir papazın buluşuyla kullanılmaya başlamıştır. Camcılık
becerisi geliştikçe, kumun doldurulduğu ağız da eritilerek
kapatılmış ve nemlenerek akışın zorlaşmasının önüne geçilmiştir.
16. yüzyıldan günümüze bu saatler sürekli zamanı
ölçmek için değil, belirli bir sürenin başlangıcını ve bitişini
göstermek için kullanılmıştır; kiliselerde dua süresi, gemilerde
tayfaların nöbet süresi ya da gemilerin hızlarının belirlenmesi.
Belirli sayıda kulaç aralıklarıyla düğüm atılmış
ve ucuna bir kütük bağlanmış bir ip denize atılıyor ve bir gemici
kum saatiyle belirli zaman dilimleri içinde kaç düğümün suya
girdiğini sayıyordu. Eğer belirlenen sürede beş düğüm inmişse,
geminin hızı beş deniz mili oluyordu. 19. yüzyıl sonuna kadar
yelkenli gemilerde hız belirlemek için bu yöntem kullanılmıştır.
Soğuk iklimlerde su saatine göre daha yaygın kullanımı olduğu halde,
kum saati gün boyunca zaman ölçümü için çok uygun bir gereç değildi.
Bunun için, ya çok büyük yapılması, ya da başında her an birinin
beklemesi gerekiyordu. Bazı kum saatlerinde bulunan kadrandaki
gösterge, saatin her başaşağı edilişinde bir saat ileri alınıyordu.
Yine de, kum saati uzun bir dönem boyunca küçük zaman aralıklarının
ölçülmesinde başarıyla kullanılmıştır.
Bugün hâlâ ahçılar yumurta kaynatırken kum saati
kullanıyorlar.
Ateş Saati
Zamanın
ölçülmesi için değişik yöntem arayışlarıyla yapılan birçok deneme
arasında ateş saati de bulunuyor. Petrol lambasının alevi ile
çalışan saat mekanizmasında, tüketilen yağın bölmeli bir saydam
kapta izlenmesi ya da kısalan mumun gölgesinin, arkadaki bir cetvel
üzerindeki boyuna göre saatler belirleniyordu.
Çin, Japonya, ve Kore’de zaman ölçülmesi için
ateş kullanımı değişik bir nitelik kazanmıştır. Bu ülkelerde
özellikle tapınaklarda ödağacı ve benzeri kokulu nesneler dövülerek
toz haline getiriliyor ve sonra da sıkıştırılarak saydam bir tüp
içine yerleştiriliyordu. Zaman ölçümü tüp içinde ateşin ulaştığı
yere göre yapılıyordu. /p>
Değişik türleri olan ateş saatleri alarm saati
olarak bile kullanılıyordu. İstenen saat yerine iple bağlanan iki
küçük ağırlık, alev ipi koparınca bakır bir yüzeye düşüp ses
çıkarıyordu.
Kral Alfred’in buluşu olan mum saati belki de
bütün zaman ölçme araçlarının en basit olanıdır. Bu saat eşit
aralıklara bölünmüş bir mumdan oluşuyor. Mum yandıkça zamanın geçişi
ölçülebiliyor.
Ateş saatlerinin de doğruluğu her zaman
şüpheliydi. Yine de, bütün zaman ölçme araçları gibi kendi sınırları
içinde bir amaca hizmet etmişlerdir.
Mekanik Saatler
ZZamanın mekanik olarak ölçülmesi yönündeki ilk
adımlar din adamlarından gelmiştir. Keşişler dua etmek için kesin
saati bilmek zorundaydılar.
İlk
mekanik saatler, saati göstermek değil duyurmak üzere yapılmışlardı.
Bu saatler birer ağırlığa bağlı olarak çalışıyorlardı ve belirli
zaman aralıkları ile gonga vuran tokmaklarla donatılmışlardı. Daha
önceki yüzyıllarda, eski saat sistemlerinin sesli birer uyarı
vermesini sağlama çabaları olumlu sonuçlanmamıştı. Geçen süreyi ufak
taş parçacıkları atarak ya da düdük öttürerek belirten karmaşık
mekanizmalar üretilmişti.
Güneş saati, su saati ve kum saati, değişik
şekillerde süreyi göstermek amacına yönelikti. Mekanik saat ise
manastır hayatında belli bir mekanik işlevi yerine getirmek, bir
çekiç aracılığıyla ses üretmek ve böylece belirli zaman aralıklarını
belirtmek amacını gütmekteydi. O dönemlerde saatlerin çan çalması
gerektiğine inanılıyordu. İngilizcede saat anlamına gelen "clock"
kelimesi Latince "clocca"dan gelmektedir ve çan anlamındadır. Ancak,
daha sonra bu kelime bütün saatleri tanımlamaya başlamıştır. /p>
Mekanik saatler için bulunan mekanizma, ağırlığın
asılı olduğu ipi ya da zinciri kısa aralıklarla tutan ve bırakan bir
vargel düzenidir ve tüm modern saatlerin de ortak özelliğidir.
Böylece, kısa aralıklarla duran ve inen bir ağırlık, saat
mekanizmasını günün uzunluğuna ya da kısalığına bağlı olmaktan
kurtarıyordu.
Bu mekanizmanın en eski türü "kamalı" olarak
biliniyor. Ucuna ağırlık bağlı iki yanından atlamalı olarak
tırnaklarla donatılmış bir metal çubuk ve yatay olarak gidip gelen
bir milden oluşan mekanizmada, her gidişte bir tırnak salıveren bir
düzen oluşturulmuş ve milin ivmesi de dış ucuna takılmış bir
ağırlıkla kontrol edilmiş. Ağırlık uzağa çekilince salınım
hızlanıyor, yaklaştırılınca da yavaşlıyor. Böylece, başlangıçta
dakikaların ve daha sonra da saniyelerin belirlenmesi mümkün
olmuştur. Mekanik saatlerin içinde en ünlülerinden olan Giovanni di
Dondi’nin tasarımı, ağırlıkla işleyen mekanizmaya bağlı sarkaç ve
sekteli rakkas dişlisinden oluşuyordu ve saatte kadran bulunmuyordu.
Gündüz saatlerinin gece saatlerine uymayan saat
sistemi, 14. yüzyılda mekanik saatlerin yapılmasına kadar devam
etmiştir. Günü eşit saatler halinde bölen ilk saat, Milan’daki Saint
Gottard kilisesi saatidir. Yüzyılın ortasına doğru büyük Avrupa
şehirlerinin kulelerinde mekanik saatler görülmeye başlanmış ve
gittikçe yayılmıştır. Vargel düzeniyle çalışan bu saatler 300 yıl
boyunca devam etmiştir.
1500’lerde Nürnberg’de Peter Heinlein’ın
zembereği bulmasıyla, büyük ağırlıklar kalkarak taşınabilir küçük
saatler olanaklı kılınmıştır. İlk saatlerde kadran, akrep ve
yelkovan bulunmuyordu. Okuma yazma oranının düşük olması, saatlere
insanların bakıp anlayacağı yazılar koymak yerine çan sesleri
konmasını gerektiriyordu. Süreyi görsel olarak göstermek için
saatlere kadranı ilk olarak kullanan ve 1344’te 24 dilimlik saati
yapan Dondi’dir.
Saat gelişiminde atılan başka bir büyük adım da
sarkacın bulunmasıdır. Kilisede papazı dinlerken kürsünün üzerinde
sallanan lambanın salınım zamanının sabit olduğunu farkeden Galileo,
sarkacın salınım periyodunun, ağırlığına ya da genişliğine değil,
uzunluğuna bağlı olduğunu bulmuştur. Galileo, ölümüne yakın,
sarkaçla çalışan bir saat tasarlasa da bunu gerçekleştirememiştir.
İlk çalışan sarkaçlı saati 1656’da, Galileo’nun ölümünden 14 yıl
sonra, Alman astronom Christian Huygens yapmıştır. Huygens’in saati
önceleri günde bir dakikadan az hata veriyordu. İlk olarak sağlanan
bu hassaslığı, Huygens çalışmalarıyla hatayı günde 10 saniyeye
düşürerek, artırmıştır.
SSarkacın bulunmasıyla ilk defa olarak saatlere
dakika ve saniye kolları eklenmiştir.1670’lerin ortalarında
Huygens’in balans yayını geliştirmesi taşınabilir
saatlerin
gerçek bir cep saati haline getirilebilmesini sağlamıştır. Yay
mekanizmasının bulunması, zamanın hem karada hem de denizde aynı
doğrulukta ölçülebilmesini sağlamıştır. Balans yayının
geliştirilmesi ile gittikçe küçülen saatler cepte ya da kolda
taşınabilmeye başlamış, ilk ucuz cep saatleri ABD’de üretilmiş, kol
saatleri ise 1890’larda ortaya çıkmıştır. Başlangıçta sadece
kadınların kullandığı kol saatleri I. Dünya Savaşı sırasında
erkekler arasında da yaygınlaşmıştır.
Zamanı karada ve denizde aynı olarak ölçebilen bu
yeni saatlerle zaman birimlerinin hassaslığı sorgulanmaya
başlanmıştır. Bir saniyenin uzunluğu neydi? Basit bir hesapla saniye
dakikanın 1/60’ı, dakika saatin 1/60’ı ve saat te günün 24’te biri
olduğu için bir saniye ortalama güneş gününün 86 400’de biri olarak
ortaya çıkar. 1820’de zaman aralıkları bu hesaba göre standardize
edilmiştir. /p>
Kuvars Saatler
1920’lerde kuvars kristalli saatin bulunması,
zaman ölçümünde yeni bir çığır başlatmıştır. Enerjisini bir yıl ya
da daha uzun ömürlü pilden sağlayan bu saatlerin kurulmasına gerek
yoktur. Kuvars saatler, kuvars kristallerinin piezoelektrik
özelliğine dayalıdır. Eğer, yapısal simetri merkezi bulunmayan bir
kristale elektrik uygularsanız biçimini değiştirir; ve eğer onu
sıkıştırır ya da bükerseniz elektrik üretir. Uygun bir elektronik
devreye bağlandığında kristal titreşir ve sabit bir frekansta
elektronik saati çalıştırabilecek elektrik sinyali üretir.
Kuvars kristalinin titreşimleriyle 24 saatlik bir
gün milyonda bir saniyelik aksamayla belirlenebiliyordu. Ancak,
kuvars kristali elektrik akımının etkisiyle bir süre sonra mekanik
özelliklerini değiştirdiği için başlangıçta çok hassas olan saatler
birkaç ay sonra geri kalmaya başlarlar. Kuvars saatler
hassasiyetleri ve fiyatları ile piyasaya hakim olsalar da, daha
hassas ve bu hassaslığı uzun süre koruyabilecek saatlere duyulan
ihtiyaç arayışları devam ettirmiştir.
Atom Saatleri
Bilim adamları, atomların çok uzun zaman durağan
kalabilen rezonanslara sahip olduklarını anladıklarında, hidrojen
veya sezyum atomunun daha hassas saatler için potansiyel birer
sarkaç olabileceğini buldular. 1930 ve 40’larda radar ve yüksek
frekanslı radyo iletişimleri, atomlarla etkileşime girecek
elektromanyetik mikrodalgaların üretilebilmesini olanaklı kılmıştır.
1949’da ABD’de NIST laboratuvarlarında amonyağa dayanan ilk atom
saati yapılmıştır. 1957’de ise yine NIST, ilk sezyum atom saatini
gerçekleştirmiş ve 1967’de atomun doğal frekansı, yeni uluslaraarası
zaman birimi olarak tanınmıştır. Buna göre, 1965 yılına kadar bir
yılın 31 556 925.974 7’de biri olarak kabul edilen saniye sezyum
atomunun rezonans frekansının 9 192 631 770 salınımına eşittir. Bu,
sezyum atomunun ileri geri titreşim yapması için geçen süreye
karşılık gelir.
Şu anda 1/10 trilyonluk hatayla zamanı ölçebilen
atom saatleri de geliştiriliyor. NIST labaratuvarlarında yapılmakta
olan yeni sezyum atom saati 300 milyon yıl 14. ondalık haneye,
ABD’de Ulusal Standartlar Enstitüsü’nde üzerinde çalışılan cıva
iyonu saati ise 30 milyar yıl boyunca 16. ondalık haneye kadar
şaşmadan çalışabilecek.
Atom saatinin keşfiyle sağlanan uzun süreli
hassaslığın yanında çeşitli olaylar ve süreçler birbiriyle mükemmel
bir şekilde senkronize edilebiliyor ve yer tayinleri kesin bir
doğrulukla hesaplanabiliyor.
Kesin zamana bağlı modern hayatta her geçen gün
daha hassas saatlere ihtiyaç duyuluyor ancak bu hassaslığın sonu
nereye varacak, bu bilinmiyor.
|