Büyütmek için resimlerin üzerine tıklayınız.
|
İlkbahar ve
sonbahar aylarında ormanlarda mevsime özgü değişimler görülür. Bir renk
cümbüşü biçiminde kendini gösteren bu değişimler, bir bakıma türlerin yeni
mevsimi karşılamak için yaptığı hazırlıklardır. İşte bu renk cümbüşü
içinde özel bir yeri olan canlılardan biri de şapkalı mantarlardır.
Kahverengiler, sarılar, beyazlar, eflatunlar, kırmızılar... Her biri ayrı
biçimde, her biri ayrı güzellikte... Toprakta, dökülmüş yaprakların
arasında, ağaçlarda, su kenarlarında, devrilmiş ağaç kütüklerinin
üzerinde, patikaların kenarlarında...
Yağmurları beklerler gelişmek için. Çokça yağan
bir yağmurun ardından hemen çıkarlar ortaya, sanki uzun bir süredir suyu
bekliyorlarmış gibi. Yalnızca suyu değil elbette. Çürümüş yaprakları,
ölmüş hayvanları, kısacası artıkları ve yaşamı son bulmuş olan canlıları
da. Artık temizlik zamanı gelmiştir. Ormanın ölmüş canlılardan ve
artıklardan arındırılması gerekmektedir. Ormanı gelecekte gelişecek
canlılar için hazırlamak, temizlemek gereklidir. Ekolojik işleyiş içinde
sıra şimdi onlara gelmiştir. Onlar ölmüş canlıları parçalayarak hem
kendileri hem de öteki canlılar için besin sağlayacaklardır. Bu işin
sorumluluğunu böcekler, solucanlar gibi omurgasız hayvanlardan başka
akbaba, sırtlan gibi omurgalı hayvanlarla, en çok da bakterilerle
paylaşırlar. Dökülen yaprakları, kırılan dalları,
devrilen ağaçları, ölü organizmaları
parçalayarak onların yapısında bulunan organik bileşikleri canlıların
kullanabileceği duruma getirirler. Doğanın dengesi böylece kendiliğinden
sağlanır.
DÜNYADA oluşan ilk canlıdan bu yana kaç
canlı yaşamıştır acaba? Bu sayının düşünülebileceklerin çok ötesinde
olacağı kesin. Bu kadar canlı öldükten sonra ayrıştırıcı canlılarca
parçalanmasaydı, Dünya'nın ne hale geleceğini tahmin etmek hiç de zor
değil. Bugün, insanoğlunun dengeleri altüst etmediği yerlerde hâlâ temiz
kalabilmiş doğal ortamlarvarsa, bunları bazı mantar türlerine ve benzeri
ayrıştırıcılara borçluyuz. Bu canlılar, üzerlerinde beslendikleri besin
kaynaklarını değişikliğe uğratırlar. Bu, dünyada gerçekleşen en önemli
canlılık etkinliklerinden biridir. Canlı atıklarını, böcek, kuş ve öteki
hayvanların kalıntılarını ve bitkilerin artıklarını ortadan kaldırmak
ayrıştırıcı türlerin görevidir. Örneğin, ormandaki bir karaağacın her yıl
tek başına 182 kg yaprak döker. Bunu düşünürsek bu ayrıştırıcı canlıların
doğadaki işlevlerinin tahminlerin ötesinde bir önemi olduğunu görebiliriz.
Bitkiler ya da hayvanlar öldükleri zaman çevre için uygun bir organik
madde kaynağı oluştururlar. Ayrıştırıcı canlılar bu kaynakları
parçalayarak besinleri doğaya geri kazandırırlar. Doğadaki en önemli
ayrıştırıcılar bakteriler ve bazı mantar türleridir. Bunlar ayrıştırma
işlemlerini kendilerine özgü yöntemlerle yaparlar. Her birinin yaşam
döngüsü içinde özel bir işlevi vardır. Ancak, mantar türlerinin hepsi
ayrıştırıcı değildir. Kimi mantar türleri asalak olarak yaşarlar. Bunlar,
ayrıştırıcı mantarlardan farklı olarak besinlerini ölmüş değil de canlı
organizmalardan alırlar.
Mantarlar âleminin temel grupları Zygomycota, Ascomycota,
Basidiomycota ve Deuteromycota'dır. Bir mantar türünün bu gruplardan
hangisine ait olduğu yapısal özelliklerine ve üreme biçimlerine bakarak
belirlenir. Mantarların bazıları tekhücreli, bazılarıysa çokhücrelidir.
Şarap, peynir, bira yapımında kullanılan mayalar tekhücreli
mantarlardandır.
En
bilinen mantar türleri Basidiomycota grubundan olan şapkalı mantarlardır.
Şapkalı mantarların ilk olarak Proterozoik Çağ'da ortaya çıktıkları
düşünülüyor. İnsanların şapkalı mantarları kullanımıysa paleolitik döneme
değin uzanır. Tarihsel kayıtlar şapkalı mantarların pek de iyi niyetli
olmayan amaçlar için kullanıldıklarını ortaya koymaktadır. II. Claudius ve
Papa VII. Clement'in düşmanları tarafından zehirli bir mantar türü olan
Amanita'yla zehirlendiği yazılmıştır. Bir efsaneye göre de Buddha, bir
köylünün ona sunduğu, toprak altında yetişen bir mantarı yediği için
ölmüştür.
Şapkalı
mantarlar tıpkı öteki mantar türleri gibi, çok uzun süre bitki olarak
kabul edilmişlerdir. Bunun nedeni, hem hareketsiz olmaları hem de tıpkı
bitkilerinkine benzeyen hücre duvarlarının bulunmasıdır. Oysa klorofil
içeren kloroplastları yoktur ve bu nedenle fotosentez yapamazlar.
Fotosentez yapamadıklarından, yani bitkiler gibi kendi besinlerini
kendileri üretemediklerinden besinlerini hazır olarak alırlar. Bu nedenle
mantarlar sınıflandırılırken ayrı bir âlem altında ele
alınırlar.
Şapkalı
mantarların genellikle köksüz bir sapları ve şemsiye ya da huni biçiminde
bir tepe kısımları vardır. Bu kısmın altında üremelerini sağlayan özel
yapılar bulunur. Bu yapıların rüzgâr gibi etkenler sayesinde çevreye
dağılması, farklı yerlerde yeni şapkalı mantarların gelişmesini sağlar.
Büyümeleri uzun süre fark edilmez ve sanki birdenbire oluşuvermişler gibi
toprağın yüzeyinde bitiverirler. Bunun nedeni gelişmelerinin önemli bir
bölümünün toprağın altında gerçekleşmesidir. Toprağın yüzeyine çıktıktan
sonraysa mercimek büyüklüğündeki bir şapkalı mantarın, 8-10 cm çapında bir
mantar haline gelmesi yalnızca beş-altı gün sürer. Gelişmelerinin
başlayabilmesi için nem ve sıcaklıkla ilgili koşulların onların yaşamasına
uygun duruma gelmesi gerekir. Bu nedenle kimi şapkalı mantar türleri,
yılın ancak belli bir mevsiminde gelişebilirler.
Şapkalı mantarların bazıları yenebilir; ancak
bazılarıysa yenmez; içerdikleri özel maddeler nedeniyle zehirlidirler.
Zehirli ve zehirsiz mantarlar çoğunlukla yan yana gelişirler ve bazıları
birbirine çok benzer. Bunları, ancak bir uzman ayırt edebilir; mantarları
iyi tanımayanlarsa rahatlıkla birbirine karıştırabilirler. Ayrıca,
mantarlar hakkındaki yanlış inançlar da zehirlenme olaylarını artırıcı
etki yapar. Zehirli mantarları salyangozların yemediği, ağaçlarda yetişen
mantarların zehirsiz olduğu, mantarı yoğurtla yemenin zehirlenmeyi
önlediği, zehirli mantarların iç kısmının koparılınca mavileştiği ve
kurutulmuş mantarların zehirlemediği gibi bilgiler yanlıştır. Bu bilgilere
güvenerek mantar yemek kesinlikle doğru değildir.
"Mikofobi" olarak adlandırılan "mantar
zehirlenmesinden korkma" durumu bazı toplumlarda ciddi boyutlara
ulaşmaktadır; İngilizler ve İrlandalılar bu tip toplumlardandır. Bunun
tersine, Asya ve Doğu Avrupa ülkeleri, özellikle Polonyalılar, Ruslar ve
İtalyanlar mantar seven (mikofilik) toplumlardır. Bu toplumlarda şapkalı
mantarlar uzun bir süredir kullanılmaktadır. İnsanlar şapkalı mantarlardan
korksalar da, sevseler de, kullansalar da kullanmasalar da canlılık
sürüyor. Şapkalı mantarlar da doğadaki işlevlerini, yağmurlar yağdıkça,
öteki canlılar öldükçe daha uzun zaman sürdürecekler.
|